Podcast: Sivil Toplum Konuşuyor

Kafessiz Türkiye Kampanya Direktörü Emre Kaplan'ın konuk olduğu etki odaklı podcast Sivil Toplum Konuşuyor’un ikinci sezon, beşinci bölümünü sizler için yazıya döktük.
Sivil toplum nedir? Kafessiz Türkiye'nin değer önerisini nedir? Kampanyamızın acı noktaları ve desteğine ihtiyaç duyduğumuz aktörler neler? gibi soruların çözüm masasına yatırıldığı sohbeti keyifle okumanızı dileriz.

Emre Galatasaray Lisesi Mezunu, lisansını Oxford Üniversitesi’nde Felsefe, Siyaset, Ekonomi bölümünde Ahmet Ertegün Bursu ile tamamladı. Yeryüzündeki en büyük acılardan birini ortadan kaldırmak için 2018 yılından beri aynı zamanda kurucusu olduğu Kafessiz Türkiye kampanyasını yürütüyor. Arama motorlarında kolaylıkla bulunan bilgilerle Emre’yi size anlattım. Peki, sen görünmeyen Emre’yi bize anlatabilir misin, Emre nasıl biridir?

Çok zor bir soru bu. Açıkçası benim için hayatımdaki en önemli şey, CV’lerde vs. de yazmayan kardeşim. 12 yaşında bir kız kardeşim var, benden 14 yaş küçük. Hayatımdaki en kıymetli ilişkim bu. Her gün beni mutlu eden ve Türkiye’ye dönmemde etkili olan faktörlerden birisiydi. Kardeşimden ayrı büyümek istemedim, büyürken yanında olmak istedim. Ve muhteşem bir şey. Hayatımda çok fazla şeyi kardeşime duyduğum sevgi yönlendiriyor. Onu gördüğüm zaman hissettiğim mutluluk ve bunu her yerin, her şeyin hak ettiği, bu dünyanın çok daha güzel bir yer olabileceği hissi, bir şeyleri yaşamaya değer olduğu hissinin çok önemli bir parçası kardeşim. O da Doğu Asya mutfağı çok sever, ben de çok severim. Birlikte noodle çorbası, ramen çok yapar ve yeriz. Bu benim için çok önemli. Kimliğimin bir diğer önemli parçası da felsefe. Liseden beri çok severim. Felsefe okumak, filozof olmak, iyi bir felsefe yapmak, doğru görüşlere sahip olmak ve de argümanları ciddi bir şekilde incelemek çok önemli benim için. İlkokuldan beri bilgisayar oyunlarında karakter özelliği seçilecekse zekaya basardım, büyücü olurdum ama bunun felsefeye yönelmesi lisede olmuştu. Bu da hep ahlak felsefesi konusunda ne yapmamız gerekiyor, doğru olması gereken şey ne, bunu nasıl anlayabiliriz? Bu mesele, en değer verdiğim, anlamaya çalıştığım meselelerden birisi oldu. Onun haricinde Güngören’de büyüdüm. Klasik müzik dinlemeyi çok seviyorum. İnsanın galiba lisedeyken dinlediği müzik çok kalıcı bir şekilde müzik zevkini belirliyor. Yeni klasik müzik icralarını dinlemeyi çok severim. Yeni çıkan besteleri takip etmeyi çok severim.  Haftada 40 saat müzik dinlerim. 

Gerçekten tutkulu bir dinleyici varmış meğerse karşımızda. Bu detayları dinleyici ancak bu podcast içerisinde duyabilecekler eğer fiziksel bir karşılaşma olmazsa. Ne hoş; kardeşiyle kurduğu ilişki üzerinden hayatla sevgiyle bir bağ kuran. Ahlak felsefesi ya da felsefe üzerinden yine hayatla bağlar kuran bir Emre… Yaptığın işle de ben çok bağdaştırdım ve ilişkili buldum açıkçası. Dolayısıyla, perde arkasını Emre’den dinlemek bana iyi geldi. Eminim sevgili dinleyiciye de iyi gelmiştir. Konumuza gelecek olursak Emre, endüstriyel kafes yumurtacılığına karşı yürüttüğünüz Kafessiz Türkiye kampanyasına biraz gelebiliriz ufak ufak. Kafessiz Türkiye’yi senden tanımak güzel olur. Hepimizi şöyle bir hizalamak adına kampanyayı senden biraz dinleyelim mi? Kafessiz Türkiye kimdir ve ne hayal eder?

Kafessiz Türkiye bir kampanya. Çiftlik Hayvanlarını Koruma Derneği tarafından yürütülüyor 2020 senesinden beri. Kampanya olarak ismi 2018 senesinden beri var. Bir hedef üzerine inşa edilmiş kısa erimli bir çalışma. Temel hedefi, şu an bizim bir yönetmeliğimiz var hayvancılık konusunda ve yumurtacı hayvanların refahı konusunda. Ve üretim sistemler böyle olabilir diye tarif edilmiş bazı yöntemler var. Bunlardan kafes sistemi çağdışı ve gerçekten zalimce. Hayvanlara çok eziyet verici bir kötülük. Muazzam kötü bir sistem ve biz şu an bu sistemin yönetmelikten çıkarılması, tavukların kafeslerde çektiği eziyetlerin sonlanması için mücadele ediyoruz. ÇHKD olarak da temel misyonumuz hayvanlar için olabildiğince fazla eziyeti, kötülüğü, olabildiğince az kaynakla ortadan kaldırmak. Bu bizim temel hedefimiz, genel maliyet etkinliği… Hayvanlar için çeşitli kötülükler var, maruz kaldıkları pek çok kötü muamele var. Bunlardan en fazlasını nasıl ortadan kaldırabiliriz? Çok büyük, devasa bir sorun var. Şu an Türkiye Cumhuriyeti'nde geçtiğimiz sene 1 milyar 200 milyon tane tavuk eti için öldürüldü. Yaklaşık 120 milyon tane de yumurtası için yetiştirilen kafeslerde hayvan var ve bunun haricinde de sayısının milyarlarca olduğunu düşündüğümüz özellikle kültür yetiştiriciliğinde balık var. Bunların her biri çok büyük birer sorun. Bu hayvanları hepsi birer birey, dünyaya kendi subjektif açılarıyla görebilen, hissedebilen, acı çekebilen bireyler. Bu sayıları önemsememizin sebebi de o bireylerin her birini önemli bulmamız. Kara hayvanlarının hepsini alt alta dizin. Yüzde 95’ini tavuklar oluşturuyor. Su hayvanlarını da dahil edince yüzde 99'unu tavuklar ve balıklar oluşturuyor. O yüzden bu konudaki çabaların yüzde 99’unun bu hayvanlara gitmesi gerektiğine inanıyoruz. Biz özellikle tavuk severler derneği olduğumuzdan veya diğer hayvanları önemsemediğimizden değil, en fazla can yakıcı sorunlar buralarda olduğu ve de dünyada kaydedilmiş önemli ilerlemeler olduğu için bu alanda çalışıyoruz. Kafes yumurtacılığı Türkiye'de serbest ve bu konuda kimse çalışma yapmazsa inanıyorum ki 60 sene daha serbest kalacak. Şunu da görüyorum ki bu konuda çalışma yapıldığı zaman kafes yumurtacılığı yasaklanabiliyor. Bunun örnekleri var dünyada. Brezilya gibi bizden daha fakir ülkeler bu konuda çok daha ilerleme kat etmiş durumda. O yüzden temelde 120 milyon tane hayvanın (belki 10 sene sonra bu iki katına çıkacak 240 milyon hayvan olacak) 50 sene boyunca kafeslerde kanatlarını açmadan kendi etrafında dönemeden adım atamadan -hani bazen böyle kafessiz deyince çok lüks ihtiyaçlardan bahsediyoruz gibi düşünüyorlar. Hayır, bu kafeslerde A4 kağıdı kadar alan düşüyor hayvan başına. Bu yönetmelikten herkesin  teyit edebileceği bir şey. Yumurtası için yetiştirilen hayvanların refahına ilişkin yönetmelik tanımlanıyor her bir üretim sisteminin şartları.- Bir hayvan başına A4 kağıdı kadar alan olan uzuvlarını kıpırdatamadıkları, adım atamadıkları, güneşi zaten göremedikleri, toprağa basamadıkları, yürüyemedikleri bir durum var. Yürüyemediğiniz bir kafeste bir buçuk sene ayakta geçirdiğinizi hayal edin veya kendi evinizde 4 tane hayvan var. Kafese kapatılmış, yürüyemiyorlar, duruyorlar ve her gün bunlar evinizde. Gerçeklik bu şekilde. Sadece bu hayvanlar bizim evimizin içinde değiller de Afyon'un kırsalında, Konya'nın kırsalında veya Manisa'nın kırsalında büyük hangarların içindeler ve bu 50 sene daha devam etsin istemiyorum. Bu hayvanlar için daha iyisini başarabileceğimizi biliyorum. Daha iyisini başarabileceğimizi bildiğim için ve de çok fazla büyük bir etki potansiyeli olduğu için elleri kolları sıvadık Kafessiz Türkiye olarak kafes yumurtacılığının ortadan kaldırılması için çalışıyoruz.

Çok değerli hakikaten bu çabalar. Senin de giriş yaptığın üzere malum kafes sistemi hayvanlar açısından en kötü koşulların olduğu endüstriyel hayvancılık kolu aslında ve evet, gün kafesleri geçmişte bırakma ve kafes eziyetine birlikte son verme zamanı ancak bugün baktığımızda istediğimiz noktada mıyız? Görüyoruz ki hayır. Milyonlarca tavuk hala kafeslere hapsediliyor ve bu kafesler masum hayvanlar için bir cehennem aslında bunu iyi anlamak, anlatmak lazım. Çünkü kafes sisteminde yetiştirilen bir tavuk tüm ömrünü senin de söylediğin gibi dar ve sıkışık bir kafeste geçiriyor ve bu kafeslerde tavuk başına ancak bir dosya kağıdı kadar alan düşüyor. Öyle ki kafesteki bir tavuk yürüyemiyor. Hatta toprağa bile basamıyor. Güneşin sıcaklığını tüylerinde bir kez olsun hissetmiyor. Ben mesela düşünemiyorum.Yani yaşadığı kafes, kanatlarını bile açamayacağı kadar dar fakat tüm bu olumsuzluğun içerisinde bir ses duyuyoruz. Yani bunu değiştirme gücümüz var diyen bir ses o da Kafesiz Türkiye'nin sesi. Bugün görüyoruz ki kafes karşıtı kampanyalar başarıya ulaşıyor. Aslında Avrupa ve Amerika'daki kafes sisteminin büyük ölçüde ortadan kalktığına hepimiz mutlulukla şahitlik ediyoruz ya da Romanya gibi ya da senin söylediğin Brezilya gibi gelişmekte olan ülkelerde bile marketler kafes yumurtalarını raflarında indiriyorlar. Bu çok iyi ve Türkiye'de de onlarca şirket kafes sistemini terk etme kararı vermiş durumda. Tüm bu ilerlemeler hayvanların acılarının önemli bölümünü de ortadan kaldırıyor. Fakat baktığımda görüyorum ki mutlu bir son için Türkiye'de daha gidecek çok yol var. Kafessiz Türkiye bunun için kurumları değiştirerek hayvanların gördüğü eziyeti engelleme yolunu yürüyor ve bu yürüyüşte de pek çok paydaşla iletişimde. Kafes sisteminden elde edilen yumurtaları tedarik zincirinden çıkarma taahhüdü veren hatta vermeyen firmalar da var odağında. Hatta vermeyen firmalar daha çok var. Kanun yapıcılar üzerinden kamu politikalarını etkilemek ve sivil toplumla güç ve düş birliği yapmak da var bu odağın içerisinde. Buradan baktığımda da Kafessiz Türkiye sivil toplumun içinde tuttuğu alan itibariyle, sivil toplum ile kuvvetli bağları olan özgün bir sivil toplum hareketli bence. Fakat burada bir durmak ve sivil toplum tanımımızı birlikte düşünmek, tartışmak istiyorum Emre. Çünkü Türkiye'de sivil toplum tanımı ve aktörleri genellikle dar, hatta kısıtlayıcı bir çerçeveden ele alınıyor ve sivil toplum denilince akla çoğu zaman yalnızca mevzuatın tanımladığı aktörler geliyor. Bu yaklaşımda da kamu, özel sektör gibi kritik paydaşlar ve yeni nesil örgütlenmeler de gözardı ediliyor. Sonuç da sivil toplumun çözüm masasında yalnızlaşması oluyor. Sivil toplum tanımının kapsayıcı, dahiliyetçi bir yerden yapılmasını çok önemsiyorum ve merak da ediyorum. Sence bugün adına sivil toplum dediğimiz şey ne? Senden kendi sivil toplum tanımını duyabilir miyiz?

Sivil toplumun özellikle mevzuatımızda dernek ve vakıf olarak hapsedilmiş olmasının kısıtlayıcılığına yüzde yüz kalıyorum. Mesela sosyal girişimlerin arada kalması, üstüne uygun bir format bulunamaması, tam mevzuat olmaması bir mesele. Bunun haricinde sivil toplum negatif olarak tanımlanıyor. Ben de daha yakınım negatif tanımlamaya. Yani devlet, kamu ve özel sektör dışındaki kuruluşları ‘genel’ olarak almak bir yandan kapsayıcı ama bir yandan bunların ortak olduğu yönün ne olduğu konusunda biraz geride kalıyor. Negatif tanımında, ‘bir şey’ var, bu devlet tarafından yapılmıyor veya yapılamıyor. Aynı zamanda özel sektör de bunu karşılayamıyor. Karşılanması gereken bir ihtiyaç var ve bu ihtiyacı sivil toplum üstleniyor. Özellikle de ihtiyacı karşılanması gereken tarafın, ihtiyacı karşılayan tarafla bir uzaklığı var. Normalde biz kendi ihtiyacımız olduğunda bunu gider satın alırız. Böylece de aradaki bağlantı farkı çözülür veya bu ihtiyacın karşılanması kolektif eylem gerektirdiği için de olabilir. Kadınların pek çok sorunları var ve bunlar ancak dayanışmayla çözülebilecek şeyler ve bunların bir kısmı özel sektörün zaten çözebileceği şeyler değil. Devletin de bazen çözmeyi tercih etmediği şeyler olabilir. Yani hiçbir devlet ideal bir devlet değil. Hiçbir devlet ideal olmadığı için de sivil toplum var. Bunun dönüştürülmesi yolunda da kolektif eylem gerektirdiği için negatif olabilir. Bazı devletler pek demokratik değil. Faydalanıcılarla sağlayıcılar arasında çok güçlü bir bağ yok. Sivil topluma da bağ meselesi olduğu için bir yandan ihtiyaç var. Ama bu ihtiyacın karşılanması da biraz daha ikircikli. Aradaki bağ zayıf olduğu için de sivil toplum nispeten küçük bir sektör. Amerika'da gayri safi milli hasılanın yüzde 5'liği kâr amacı gütmeyen kuruluşlar sektörü. Türkiye'de daha da düşüktür diye tahmin ediyorum. Sivil toplumun bu gücünün az olması bir yandan da sorumluluğu azaltıyor ama ben sivil toplumun yapısından dolayı sorumluluğu hep güçlü bir şekilde hissetmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bir şirket hizmeti kötü olduğu zaman insanlar bunu satın almazlar ve biter. O şirket kapanır. Asıl sorumlu olduğu kişi temelde müşterileri ve müşterilerin ihtiyacını karşılayamadığı zaman batar. Ama mesela sağlık alanında çalışan STK'nın, ihtiyaç temelinde çalışan bir STK'nın ihtiyaç sahipleri, bağış yapan tarafta değiller. İhtiyaç sahiplerine ihtiyaçlarını ulaştırmakta başarısız olan bir STK hemen geribildirim almıyor. Geribildirim mekanizmaları daha zayıf. O yüzden de sivil toplum konusunda özellikle benim çok değer verdiğim bir şey etki ölçümü ve de hesap verilebilirlik. Bir şeyler yanlış gidiyorsa bunun farkında olmalıyız ve sürekli bir şeyler yanlış gidiyor mu diye sorgulamalıyız. Çünkü geri bildirim alma konusunda biz özellikle istemezsek geri bildirimin daha zayıf geleceği bir alanda çalışıyoruz. Bunun için de sivil toplum çok tetikte olması gereken bir alan kendi etkisi konusunda ve de etki ölçümü konusunda.

Ne güzel bir pencere açtın, sivil toplumda sosyal etki meselesi… Çünkü hakikaten etkimize ya da sosyal fayda, sürdürülebilirlik odaklı işlerimizde yarattığımız faydaya ya da yarattığımız çözüme çok aşık olma riskimiz bence hep var. Bir de sosyal etki meselesinde yarattığımız faydayı ölçüyoruz ama öngördüğümüz ya da bazen öngöremediğimiz zararları ölçmeyi atlayabiliyoruz. O yüzden sosyal fayda, sürdürülebilirlik, fırsat eşitliği odaklı işleri yapan tüm zihinlere kuvvetli bir hatırlatıcı paylaştık sayende. Emre, biliyorum ki daha insani bir geleceğe inanan markaların ve paydaşların da desteğiyle Kafessiz Türkiye bugüne dek milyonlarca tavuğun eziyetten kurtulmasını sağladı. Gıda sektöründeki pek çok önemli şirket, tavukların endüstriyel kafeslerde tutulmasına karşı sesini yükselten yüz binlerce imzacının sesini de sayenizde dinledi ve kafessiz sisteme geçmeye karar verdi. Bu aslında kocaman bir fayda. Sürece liderlik eden de tutkulu bir ekip var işin mutfağında; sevgili Nazlı, Seda ve diğer tüm arkadaşlar. Biraz genelden özele yürüyüp senin fayda yaratmaktaki motivasyonunu sormak istiyorum. Emre malum krizler çağında konuşuyoruz bugün seninle. Meseleler de çözüm hevesimiz de çok ve şöyle bir baktığımda görüyorum kimi isim kendisi bile isteye katılıyor sivil toplum yolculuğuna ya da meselelerin çözüm masasına diyeyim. Gezegeni ve toplumu meselesi yapıyor, dertleniyor. Kimisini de şartlar yolculuğun bir parçası yapabiliyor. Bu noktada senin fayda ve etki odaklı kariyerini seçme yolculuğunu merak ediyorum. Yani seni seçtiğin yola getiren ne oldu? Yola çıkış motivasyonundaki dönüm ve dönüşüm noktalarını senden dinleyelim mi?

STK yolunu seçmeseydim muhtemelen filozof olmaya çalışırdım. Ama filozof olmaya çalışırkenki öğrendiğim şeyler beni buraya getirdi. Özellikle lisede sonra yine üniversitede de okuduğum Oxford Üniversitesi’nden Derek Parfid, Yale Üniversitesi'nden Shelly Kagan gibi filozofların yazdıkları çok etkili olmuştu. Birkaçını ne tür düşünce deneyleri etkili oldu diye açıklamaya çalışırsam bu biraz daha ilginç. Derek Parfid Oxford Üniversitesi’nde kişisel kimlik konusunda çok yazmış bir filozof. Kişisel kimlik meselesi de sosyal bilimlerin kimlik meselesi değil de cinsiyet kimliği vs.’den bağımsız, bir insanın aynı kişi olarak kalması ne demektir? Ölmek ne demektir? Hangi değişiklikler bizi öldürür? Hangi değişikliklerin sonucunda hayatta kalabiliriz? Mesela “Benim beynimi başkasına nakletseler ben vücut mu değiştirmiş olurum yoksa beyin mi değiştirmiş olurum?” gibi böyle “Hangi kişi ben oluyorum beyin nakli gerçekleşirse başarılı bir şekilde?” Normalde bu konuda bizim içgüdülerimizde içselleştirdiğimiz görüşümüz; hayatta kalmak diye bir şey var ve de kendi menfaatimiz diye bir şey var. Para biriktirirsen 5 sene sonra harcamak üzere, 5 sene sonraki benin o parayı harcaması benim parayı başkasına verip başka bir kişinin harcamasından çok farklı bir şey arada derin bir fark var. Birisi kendi menfaatim birisi başkasının menfaati. Bu bireysel kimlik alanındaki önemli bir bulgusu Parfid’in. Hayatta kalmak, aynı kişi olmak, kendi menfaatimizi gözetmek o kadar da önemli bir şey değil. Kendi menfaatimin başkasının menfaatinden hiçbir üstünlüğü yok. Benim hayatta kalmam başkasının hayatta kalmasından hiçbir şekilde daha önemli değil. Bu fikirler çok etkileyici olmuştu. Gerçekten hayatımda dünyaya olabilecek en etkili şekilde herkesin menfaatini eşit seviyede gözeterek ne yapabileceğime odaklanmam lazım. Yani tavukların menfaati de hissettiklerinin büyüklüğü ölçüde. Acıları ne kadar büyükse insanların eşit acıları kadar eşit öneme sahiptir.

Bu fikirler çok etkili olduğu için üniversitede ne kariyer yürütebilirim arayışım çok fazlaydı. Daha o zamanlar insan sağlığı alanında çalışmalara bağış yapardım. Mesela insanların menfaatine eşit derecede önemserse en fazla insan hayatını ne kurtarıyor? İnsan hayatını en çok kurtarmak için ne yapabiliriz? Sıtma savaşına karşı derneklere bağış yapmışlığım vardı. Türkiye'de bir hayvan hareketi var. Benden çok önce vardı ve yaptığı çok kıymetli şeyler de vardı. Mesela yunus parklarıyasaklandı denemez ama en azından dünyadaki çok az ülkede olan bir mevzuat geçti. Faytonlar New York’ta hâlâ serbest, İstanbul'da yasak. Bunu Türkiye'deki hayvan hareketi yaptı. Benim nispeten etkilendiğim, bu işe girmeme yol açan Martin Balluch isimli fizikçi, sonradan hayvan aktivisti olan bir profesör var. Kendisi 1999'da Avusturya Vegan Derneği’ni kuruyor. Sonra Endüstriyel Hayvancılıkla Mücadele Derneği’ni kuruyor. 2007’de dünyadaki ilk başarılı kafes karşıtı kampanyayı yapıyor ve dünyada kafeslerin yasaklandığı ilk ülke Avusturya oluyor. Bunu birkaç sene içinde gerçekleştiriyor. Onun çalışmalarının kısa sürede bu kadar hayvanı etkilemesi gerçekten beni çok etkilemişti. Kafeslerin yasaklanması endüstrinin maliyetlerini yüzde 20 arttıran bir şey. Kölelik yasaklandığında şeker maliyeti yüzde 50 artmıştı ve bunun için savaştı insanlar. Bir ülke iç savaş yaşadı, şeker maliyetini yüzde 50 artıran bir şey bu. Biz şu an maliyetini yüzde 20 arttıran bir şey için çalışıyoruz ve başardığın zaman o kadar fazla hayvan üstüne o kadar büyük bir etkisi oluyor ki… 2018'de kampanyamızı yaptığımız zaman bir perakende şirketi taahhüt vermişti. Bizim kampanya yaptığımız marka olmasa da başka bir şirket. Hayatımın en mutlu günüydü. O kadar mutlu olduğum çok az gün vardır. Yaptığımız şeyi birkaç amatör insan yapmıştık. Hiç deneyimimiz yoktu. Hiç para harcamadık. Tamamen gönüllü bir şekilde derslerden arta kalan vaktinde tam zamanlı akademisyen olan arkadaşımla. Sıradan deneyimsiz insanlarız ve de insanlara diyoruz ki “Bakın bu hayvanların durumu içler acısı. Siz bunu istemiyorsunuz ve de buna dur diyebilirsiniz.” Bunu söylediğiniz zaman o kadar fazla destekçi buldu ki birden 100 bin imzacıya ulaşmıştı. O zaman yapılan kampanyada birkaç ay içerisinde 100 bin imzacının desteğini görmek. Evet, bu konuda eğer hatırlatılırsa insanlara vicdanlı bir toplumuz. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının merhamet duygusu güçlü ve de bir ölüm gördüğü zaman buna karşı ses çıkarabiliyor. Ama bunun hatırlatılması lazım. Bizim endüstriyel hayvancılığın bütün sorunlarını tek seferde çözüyoruz gibi bir iddiamız yok. Bu bizim yapabileceğimiz bir şey değil. Bazı sistemler tanımlanmış ve bir tuğla eksiltiyoruz tahakküm duvarından. Talep etmeden olmuyor. Bir şeylerin hatırlatılması lazım. İnsanlara gösterilmesi lazım. Halkın tercihleri bizim yanımızda. Şu an endüstriyel hayvancılığın geldiği nokta halkın tercihlerine göre olmuş bir şey değil. Hiç kimse halka, “Merhaba, biz hayvanları 2 hafta boyunca aç bırakırsak yumurta verimlerini arttırabileceğimizi fark ettik. Siz bu ürünleri almak ister misiniz?” diye sormadı. Et tavukçuluğunda tavuklar 6 haftada büyüyor. Hiç kimse “Biz tavukların genetiklerini değiştireceğiz ve normalde bir yılda yetişkin olan tavuklar 6 haftada yetişkin olacaklar ve de bundan dolayı topallayacaklar. Kalp krizi geçirecekler. Büyük rahatsızlıklar yaşayacaklar. Çok acı çekecekler. Bunları razı mısınız?” diye halka sormadı. Bu konuda kamuoyu bizim yanımızda. Endüstri bunları demokratik olarak tercih etmedi ve bunu engelleyebiliriz. Bunu gösterdiğiniz zaman insanlar ikna oluyor ama gösterilmesi lazım. 

Ne güzel söyledin. Tüm bahsettiklerinle, “Kim değilim ve kimim? Ne yapmak istemiyorum? Ne yapmak istiyorum”a giden farklı alternatifler üzerinden konuya güzel bir pencere açtın. Ne yapamıyoruzdan ziyade ne yapabiliyoruma odaklanmak güzel bir başlangıç noktası. Senin de söylediğin gibi kamuoyunun bilgilendirilmesi, dahiliyetinin geride bırakılmaması bu konuda çok önemli. Emre, siz Kafessiz Türkiye tarafında çok kritik bir alan da tutuyorsunuz. Biliyoruz ki tavuklar duyarlı ve bilinçli canlılar çevrelerine karşı ilgili ve meraklılar ve doğal ortamlarında aslında tüm günü sadece dolaşarak ve keşfederek geçiriyorlar. Anne tavuklar da her anne gibi yavrularına empati duyuyor ve sevgi hissediyorlar. Öyle ki civcivleri daha yumurtanın içindeyken bile onlarla iletişim kurabiliyorlar. Buradan baktığımızda kafeslerin tavuklara yaptığı eziyeti çok daha bütüncül okuyabiliyoruz diye düşünüyorum ve sevgili dinleyici için de altını çizmek istiyorum. Kafes sisteminde hayvanlar bir, bir buçuk senelik hayatlarının neredeyse tamamını çıkmadan demir kafeslerde sıkışık bir şekilde geçiriyorlar arkadaşlarım. Kanatlarını dahi açacak yerleri yok. Kalabalık dar kafeslerde yaşayan tavuklar hiçbir temel doğal davranışını da sergileyemiyor. Görüyoruz ki bilimsel araştırmalara göre kafesler hayvanlar için açık ara en kötü sistem ve evet, kafeslerin ortadan kaldırılması belki tüm sorunları çözmüyor ama hayvanların çektiği acıları kayda değer miktarda azaltıyor. Bu çok açık. İşte bu nedenle kısa vadede uygulanabilecek kuvvetli bu adımı, yani kafeslerin hayatımızdan tamamen çıkmasını ben çok önemli buluyorum. Çünkü böylelikle hayvanlar toprağa basma, yürüyebilme, daha fazla alana sahip olmak, kanatlarını germe, tünek ve folluk kullanma gibi ihtiyaçlarını da karşılayabiliyorlar. 

Kafessiz Türkiye bugün firmalardan aldığı taahhütler, gerçekleştirdiği kampanyalar, eğitimler, gönüllü etkinlikleri ve yayınladığı yumurta takip raporlarıyla kafes sistemlerinin hayvanlara zararlarının dayanaklarını farklı açılardan ortaya koyuyor. Bütün bunları yaparken deneyimlediğiniz bariyerlere, kısıtlara ve zorluklara geliyorum. Resmin biraz da gerisine giderek soruyorum. Değer önerisinin altını birlikte çizdik bugün bolca ama Kafessiz Türkiye'nin acı noktaları ve desteğine ihtiyaç duyduğunuz aktörler kimler senden öğrenebilir miyiz? 

Çok teşekkür ederim bu soru için. Hayvan konusu dediğim gibi Türkiye'de halkın hassasiyetlerine çok hitap ediyor. Sanırsam 2022 senesinde açılmış kampanyalardan en çok imzalanan 10 kampanyanın 6’sı hayvanlarla ilgili kampanyalar. Yani halkın bu konuda kesinlikle yoğun bir duyarlılığı var. Hayvanlarla birlikte yaşıyoruz. Ve çok fazla insan gündelik etkileşimler kuruyorlar. Bu konuda olan şey artık sistemin de kurumsal yapılarında alttaki duyarlılığı kendilerine taşıması ve de bu artık özel sektörün sürdürülebilirlik konusunu toplumsal cinsiyet ayağı vardır, çevre ayağı vardır ve şirketler bu konuda bir politika benimsemek zorunda hissederler. Ama iyi ama kötü toparlayarak devam eden bir durum var. Bu konuda kurumsal şirketlerin sürdürülebilirlik politikalarında en azından bir sorumluluk yükü oluşmuş durumda. Bu, Türkiye'de çok yeni yeni oluşmaya başlıyor ve özellikle özel sektörün bu konuda öncü olması gerekiyor. Görüştüğümüz firmalarda, kamu kurumlarından beklendiğini çok fazla duyuyoruz. “Siz bunu devletle halletsenize, yasaklatsanıza” diyorlar. Tabi bu konuda sürekli bir sorumluluğu başkasına aktarma kendinden savma durumu var. Sürdürülebilirlik politikaları genellikle yasalara girmeden öncefirmaların kendi politikaları arasına giriyor. Markalar artık bu konuda tüketicilerin beklentilerine uyum sağlamak zorundalar. Uyum sağlayamayanlar bedel ödüyorlar. Bundan dolayı da biz böyle olmayan bir şey istemiyoruz. Halkın büyük desteğini kazandık. Bugüne kadar asla yalnız bırakılmadık. Konda’nın da yaptığı ankette şunu görüyoruz; İnsanlara kafes sistemi sorulduğunda yüzde 76'lık oranda katılımcılar kafes sistemlerinin yasaklanması gerektiğini, söyleyebilecekleri en sert şeyi söylüyorlar. Bunun en sonunda bağlanacağı nokta da elde edilen ilerlemenin kalıcı olmasını sağlamak için yasallaştırılmasını sağlamak. Burada kamu kurumlarının da hayvan refahını gerçekten ciddiye alması ve hayvan refah denetimlerini ciddiye alması, bunu havada bırakmaması gerekiyor. Yakın zamanda yayımlanmış bir araştırmada küresel iklim değişikliği konusunda yayınlanmış anketler neyden ne kadar bahsediliyor diye bakıldığında şunu biliyoruz; emisyonların yaklaşık yüzde 15-20 civarı hayvansal üretimden kaynaklanıyor. Geçtiğimiz 50 sene içerisinde özellikle batı ülkelerinde insanlara daha fazla hayvansal ürün tüketin diye bir şey söylendi ve pek çok sağlık sorununa yol açsa da şu an sağlıksız bir noktada bir tüketim pompalandı. Bunun bir diğer yan etkisi emisyonların yüzde 15-20'lik bir payı var ve de biz bunu çözmeden bir buçuk derece hedefine ulaşamayacağız. Bunu biliyoruz. Tek yapılması gereken şey bu değil bunları biliyoruz ama gıda meselesini çözmeden de bunu çözemeyeceğiz. Gazete haberlerine baktığınızzaman iklim değişikliği konusunda hayvan meselesinden çok çok daha az bahsediliyor. Hayvan meselesinin şu anki sıkıntılarını herkes kendi platformlarından yükseltmeli. Üretim verimliliğinden bahsediyoruz ama gıda üretiminde hayvanlara 10 kalori yediriyoruz ki sonra bize bir kalori versinler. Şu an insan yemeklerini, yani mısır, fasulye gibi şeyleri hayvanlara veriyoruz. Bunlar sonucunda endüstri, “daha fazla hayvan sıkıştıralım. Daha çok acı çektirelim. Ne de olsa tüketici bunları görmüyor görmediği için biz istediğimizi yapabiliriz. Onların ruhu duymaz diye içinden çıkılamayacak muazzam bir acı yarattı. Bunu da herkesin kendi platformunda, hayvan meselesine temas ettiği noktada yükseltmesi gerekiyor. İnsanların bundan haberdar olması gerekiyor. Haberdar olduğu zaman ben zaten kamuoyu vicdanının doğru yöne eğileceğine inanıyorum. 

Ne güzel söyledin hayvanların yaşadığı cehennemi gerçekten görünür kılmak gerekiyor. Bugün bolca konuştuk. Emre, Kafessiz Türkiye'nin çok net bir değer önerisi var; Kurumları değiştirerek hayvanların gördüğü eziyeti engellemek. Buradaki yaklaşımınız da endüstriyel yumurtacılığın felaket olduğunu, milyonlarca tavuğun kapatıldıkları kafeslerde her an acı çektiğini anlatmak, bunu görünür kılmak ve  kafes eziyetinin engellenebilir olduğunu, hayvan hakları, çevreye saygı, sürdürülebilirlik gibi dinamikleri de kaldıraç olarak kullanıp bu firmaların kafes sistemini tamamen terk etmesini sağlamak. Böylelikle de hayvanların hayatında somut değişim yaratarak anlamlı bir ilerleme kaydetmek. Aslında bu yolda ilerliyorsunuz. Peki hedefe giden bu yaklaşımda bu yolda aktif vatandaş mücadelenin tam neresinde durmalı diye soracağım. Lseli, üniversiteli ve hatta belki daha küçük yaştaki bir öğrenci, iş hayatındaki bir profesyonel ya da yalnızca aktif bir vatandaş temsil ettiğin Kafessiz Türkiye için ne yapabilir? Nasıl fayda sağlayabilir? 

Bu bahsettiğin endüstriyel hayvancılığın ve aşırı tüketim çılgınlığının hayvanlardaki yıkıcı etkilerinden dolayı bir seçenek her zaman hayvansal ürünlerden mümkün olduğunca kaçınmak. Bu ürünlerden olabildiğince kaçınması insanların yapabilecekleri ilk pratik ve nispeten kolay olan şeylerden birisi Ama tabii ki asıl büyük ölçekli değişim sosyal dönüşümü tetiklemek insanların fikirlerinin değişmesi ve bunun en sonunda yasalara yansıması. Hiçbir değişim insanların teker teker evlerinde ikna olup sonra alışkanlıklarını değiştirip bu yüzde yüze yayıldığı için gerçekleşmiyor. Yani çevre konusunda karbon emisyonları herkesin bireysel olarak tüketime dönüştürmesiyle değişti, insanlar örgütlendiler. Yasaların değişmesi için baskılar yaptılar ve de o yasaların değişmesi sonucunda yenilenebilir enerjiye daha fazla yatırım geldi. Bu daha ucuz olduğu için insanlar bunu kullanmaya başladı. Bizim de aynı şekilde bu ivmeleri yaratmamız lazım ve temel bazı baskı noktaları var. Bunun için bir şeyi bizim kendimizin sessiz bir şekilde yapmasının önemi yok. Bunu özellikle karar alıcılara görünür kılmamız lazım. Yani bir milletvekili ile temasa geçme fırsatınız mı oldu? Hayvan meselesini sizin için en önemli meselelerden biri olduğundan bahsedelim. Bir işletmeye, “Ne yumurta kullanıyorsunuz? 3 kodlu kafes yumurtası mı kullanıyorsun? 3 TR kodu ile başlayan yumurtalar eziyetle üretiliyor ve sizin gibi bir şirkete bunu yakıştıramıyorum. Bunu lütfen kullanmayın” diye rica etsinler. İnsanlar sesini dinletebildiklerini düşündükleri işletmelere gitsinler. Mesaj atsınlar. Şikayet Kutusuna şikayet bıraksınlar. Bunların her biri en sonunda yönetim kurullarında yankılanıyor. Çünkü bunları yapan insan az. Siz bunu yaptığınız zaman, insanların büyük bir çoğunlunu bunu yapmadığı için çok yüksek bir oranda görünür oluyorsunuz. O yüzden hiç küçümsemesinler, bir şeyi talep etmek sonuç veriyor. Bunun haricinde bizim kampanyamız için de web sitemizde gönüllü olma seçeneği, destek olma seçeneği her zaman açık. Daha fazla eğitim, kaynaklar sağlanması ve insanların hayvanlara etkisini arttırması için elimizden geleni yapıyoruz ve bu konuda daha aktif ekiple birlikte yan yana çalışıp, çalışmalarımıza destek verenler var. Doğrudan sosyal medya hesabınızı gönüllüler ile birlikte yürütüyoruz. Katılımcı süreçlerimiz olan departmanlarımız da var. Bunun haricinde bir firmanın politikasına ilişkin duyuru yaptığımız zaman burada bizimle omuz omuzda durmak da o firmanın, “Evet, bu konuyu önemseyen insanlar var. Benim politikamı değiştirmem gerekiyor” demesini sağlıyor. Aynı zamanda yeteneğe çok ihtiyacımız var. Yetenekli bir insansanız ve hayvanlar için tutkalıysanız bu konuda çalışacak çok insana ihtiyacımız var. Lütfen bu konuyu hayatınızın temel bir meselesi haline getirmeyi düşünün. Çünkü insandan çok tavuk var. Milyarlarca var. Milyarlarca da balık var. Bunların her biri her an acı çekiyorlar ve bunların hayatını siz değiştirebilirsiniz. 

Değişim yine birlikte mümkün demiş olduk. Kayıt boyu konuştuğumuz sorunun kaynağının endüstriyel yumurta üretimi, üreticileri olduğunu biliyoruz. Ancak üreticilere karşı yapılan kampanyaların genellikle sonuç alamadığın, dolayısıyla bugün yumurta satan ve kullanılan aracı firmalar taleplerini değiştirdiğinde üreticiler de yöntemlerini değiştirmek durumunda kalacaklar. Dilerim o günleri göreceğiz. O zamanlara birlikte şahit olacağımıza ben çok inanıyorum açıkçası. Sivil Toplum Konuşuyor, sivil toplumun sadece konuştuğu değil aynı zamanda dayanışma içerisinde olduğu, çözüme birlikte yürüme hayali kurduğu ve yarının çözümlerini üretme ideali olan bir çözüm masası. Seni masada görmek çok değerliydi. İyi ki geldin. Dilerim bugün bu masada  hayal ettiklerimizi, hatıralara birlikte dönüştürürüz. Kalpten teşekkür ederim. 

Ben çok teşekkür ederim. Bu proje gerçekten inandığım bir proje. Yürüttüğün podcastin bu zamana kadar ki katılımcıları çok değerli insanlar. Bu zincirin parçası olmaktan çok gurur duyuyorum. Çok teşekkür ederim. 

Biz etki odaklı yol arkadaşlarımla meselelerimizi konuşmaya çözümleri ve çözüm masasını hatırlatmaya, iş birliklerini desteklemeye devam edeceğiz. Korku adalarından bilgelik kıtalarına geçmek için sivil toplum konuşuyor.

Next
Next

Araştırma: Sessiz Aktivizm