Neden Hayvanların Hakları Vardır?

Çağrı Mutaf

Çimen yiyen inek, yağlı boya

Bu yazı ilk olarak Endüstriyel Hayvancılık ve Hayvan Hakları eğitim serimizin “Etik Argümanlar” başlıklı oturumu için yayınlanmıştır.

İnsanlar olarak insan olmayan hayvanlara akıl almaz muamelelerde bulunuyoruz. Sadece eğlence için sirklerde, su parklarında, hayvanat bahçelerinde, yarışlarda kullanıyoruz. Birbirinden işlevsel herhangi bir farkı olmayan kozmetik ürünler için üstlerinde deneyler yapıyor veya sonucunda elde edilecek bilginin herhangi bilimsel bir önemi olup olmadığını bile düşünmeden onları deneylerde kullanıyoruz. İçinde milyonlarca hayvanın yaşadığı ekosistemleri gözümüzü kırpmadan yok ediyor, kalıcı olarak bozuyoruz. En fazla sayıda hayvanı en istikrarlı olarak, en sistematik şekilde hazırlanmış türlü işkencelerden geçirdiğimiz endüstriyel hayvancılık ise lehinde etik bir argüman geliştirmenin en zor olduğu alanlardan biri. Doğrudan insan müdahalesiyle yaşamları kısıtlanan veya acı çekmeye mahkum edilen hayvanların ezici çoğunluğunun endüstriyel hayvancılık içerisinde olduğunu fark edince, “hayvanlara yaptığımız muamele” ile kastımızın içini en çok neyin doldurduğunu görebiliriz.

Hayvanlara yapılan muameleyi gerekçelendirecek bir argümanımız yok!

Bu muameleye etik argümanlarla karşı çıkanlardan her zaman bu pozisyonlarını gerekçelendirmeleri istenir. Aslında yapılması gereken tam tersidir: Hayvanlara bu muameleyi hak görenlere bunun için gerekçeleri sorulmalıdır. Hayvan etiğini işte bu sorgulamayı yapmaya başladığımızda anlamaya başlarız. Kapsamlı bir ahlaki görüşe sahip bir kimsenin bu muameleleri insanlara yapamayıp da hayvanlara yapabilmemiz konusunda tutarlı bir argüman öne süremediğini görürüz. Zeka seviyesi, bir lisan ile konuşabilme, ahlaki gerekçelendirmeler yapabilme, anılara sahip olma, bir aileye ve sevenlere sahip olma vb türetilen bütün gerekçelere karşılık ya bunların geçerli olmadığı insan grupları bulabiliriz ya da bunlara sahip olan hayvanlar gösterebiliriz. Genelde geriye sadece “hayvan hayvandır, insan insan” gibi bir çizgi kalır. Öznelerin ait olduğu herhangi bir gruplandırmanın ahlaki olarak ilgisi olmayan bir konuda grupları birbirinden ayırıp bir grubun menfaatlerine diğeri pahasına zarar vermek için kullanılmasına ayrımcılık deriz. Türcülük ise türün ahlaki olarak herhangi bir ilgisi veya bilgilendirici niteliği olmasa da ahlaki yargılara varmak için ayrıştırıcı bir özellik olarak kullanılmasıdır. Nihayetinde, farklı türlere neden farklı ahlaki standartlar uyguladığımızı gerekçelendirirken türlerinin farklı olduğunu ileri sürmek döngüsel bir mantık yürütmedir. İşin aslı, hayvanlara şu an yaptığımız muameleleri haklı çıkarabilecek bir argümanımız yok.

Her hakkın kullanımını o hak bazında değerlendirmek gerekir

Acı çekebilen ve yaşamdan belli bir mutluluk duyabilen bütün canlılar eşit şekilde ahlaki değerlendirmemize girmeyi hak eder. Bu yaptığımız ahlaki değerlendirmelerin sonucunda bütün canlılara eşit haklar tanıyacağımız anlamına gelmez. Her hakkın kullanımını o hak bazında değerlendirmek gerekir. Örneğin, doğum yapamıyorsanız kürtaj hakkını size tanımanın bir anlamı yoktur; aynı şekilde bir köpeğe oy hakkı tanımanın da bir anlamı yoktur. İki örnekteki grubun da bu hakları kullanmak gibi bir menfaatleri de becerileri de yok. Ancak bir tavuğun kanatlarını açmak gibi bir menfaati vardır, bir ineğin tecavüze uğramamak, bir balığın 45 dakika boğularak ölmemek gibi menfaatleri vardır. İnsan olmayan hayvanlar hepimiz gibi acı çekerler. Retorik olarak “Hayvanların sesi yok, onların sesi olalım” deriz ancak bu tam olarak doğru değildir. Hayvan bu muamelelerin bütün aşamalarında ses çıkarır, bağırır, kaçar. Acı çektikleri gerçeğini bize her adımda söylerler.  Zaten böyle olmasaydı onları hayvan deneylerinde kullanmanın bir mantığı da olmazdı. Burada doğal olmayan bir şey varsa o da bu saf gerçeğe karşı hissizleştiren sosyal koşullardır, hayvanlar işkence görmesin istemek değil. Hayvanları eşit şekilde ahlaki bir değerlendirmeye almamız bile şu an yarattığımız acıların herkesin tamamen gereksiz olduğunda uzlaşabileceği biçimlerini ortadan kaldırabilir.

Felsefede hayvan etiği tartışmalarında en çok  tartışılan teoriler Faydacılık ve Ödev Etiği. Faydacılık, bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunu sonuçlarına bakarak anlar; genel olarak dünyadaki faydayı en çok artıran seçeneğin en iyisi olduğunu ileri sürer; dünyadaki mutluluğu artırmaya çalışır. Ödev etiği ise eyleme karar verme sürecindeki akıl yürütmeye bakarak iyi mi kötü olduğuna karar verir; eylemlerimizin evrensel yasalara dönüşecekmiş gibi düşünüldüğünde, başkalarının otonomisine ve kendi üstündeki iktidarına saygı gösterilerek seçimler yapıldığında, doğru olduğunu ileri sürer; dünyada adaleti sağlamaya çalışır.

Sonuç?

Hayvanların eşit ahlaki statüyü hak ettiği ve bu statüyü kazanmalarının ne anlama geleceğini incelemenin ardından bu teoriler üzerinde durmak bize şunu gösterdi: Tutarlı herhangi bir ahlaki görüş hayvanlara şu an yaptığımız muamelelerin pek çoğunun kabul edilemez olduğunu ve terk edilmesi gerektiğini kendi içinde görebilir. Hayvanlara yapılamayacağında uzlaşabileceğimiz davranışların kümesi hem sandığımızdan daha geniş, hem de her dünya görüşünün burada uzlaşması mümkün. Hayvanlar için yarının dünyasını bugünden daha yaşanabilir kılmak için bütün dünyanın ahlaki görüşlerini spesifik, tek bir ahlaki görüşle yer değiştirmeye çabalamak zor. Ancak her kapsamlı etik doktrinin kendi içinde hayvanlara saygılı kurallar barındırabileceğini göstermek mümkün. Hayvan etiği konusunda bilgilenirken, farklı etik doktrinlerinin yaklaşımlarını keşfederken, her zaman kendi dünya görüşümüzü ve eylemlerimizi seçerken işlettiğimiz kuralları da gözden geçirmeli ve kendi tutarlılığımızı test etmek için hayvanlara yaklaşımımıza dikkat kesilmeliyiz.

Previous
Previous

Balıklar da Hisseder

Next
Next

Yumurta Endüstrisinin “Şanslıları”: Erkek Civcivler