Kamu Sağlığı ve Endüstriyel Hayvancılık

arkada bir kase, önde bir kaşık dolusu hap

Yazar: Dr. Engin Arıkan

Endüstriyel hayvancılık, astronomik sayıda hayvanı doğalarına hiç de uygun olmayan şartlarda yetiştirebilmek için türlü türlü suni yöntem kullanıyor. Bunun insanlar açısından da çeşitli olumsuz neticeleri var. Bu yazıda endüstriyel hayvancılığın suniliğinin kamu sağlığı açısından yarattığı sorunlara bakacağız.

Endüstriyel Hayvancılık ve Antibiyotik Direnci

Antibiyotik bir ilaçtır. Normal şartlarda veteriner hekimler, antibiyotiklerin icat edilmesinden itibaren “hasta” hayvanları tedavi etmek amacıyla antibiyotikleri kullanmıştır; tıpkı doktorların sadece hasta insanlara antibiyotik vermesi gibi. Endüstriyel hayvancılıkta ise antibiyotikler sadece hasta hayvanlar için değil, sürüdeki tüm hayvanlar için kullanılır. Bunun sebebi, hayvanların bağışıklığının içinde bulundukları şartlar sebebiyle kronik olarak zayıf olması ve antibiyotiklerin bu sorunu telafi ederek büyüme verimlerini arttırıyor olmasıdır. Bu sebeple işletmeler düşük oranlarda tüm hayvanlara antibiyotik verir. İşletmelerin hayvanları büyütme amaçlı antibiyotik kullanması yasalara aykırı olsa da, aynı antibiyotikleri tedavi amaçlı olarak kullanmalarında bir engel yoktur. Biyogüvenlik önlemlerine bağlı kalınır ise (ise!), kesimden bir süre önce antibiyotikli yemlere son verilir ve bu süre zarfında hayvanın vücudundaki antibiyotik kalıntıları atılır.

Bu noktaya kadar yüksek antibiyotik kullanımının olsa olsa hayvanların sağlığı açısından bir sorun teşkil edebileceği, ancak bunun insanlara bir etkisi olmadığı için kamu sağlığı açısından bir öneminin olmadığı akla gelebilir. Bu yanlış bir çıkarımdır çünkü hayvanlar için kullanılan antibiyotikler insanları da etkileyebilecek mikroplarda antibiyotik direnci oluşturabilir. Normal şartlarda antibiyotikler, bakterileri öldürür. Ancak istisnai olarak bazı bakteriler mutasyon geçirerek bu antibiyotiklere dirençli hale gelerek hayatta kalabilir ve çoğalabilir. Bu kamu sağlığı açısından büyük bir risktir çünkü bakterilerin elimizdeki antibiyotiklere dirençli hale gelmesi demek, bu bakterilerin hasta ettiği insanların antibiyotiklerle tedavi edilemeyeceği manasına gelir.

Dünyadaki birçok sağlık otoritesi antibiyotik direnicinin ciddi bir kamu sağlığı riski teşkil ettiğine işaret ederek antibiyotik kullanımının düzenlenmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu riskin azaltılması için hem insan hem de hayvanlarda antibiyotik kullanımının düşürülmesi gerekir. Ancak endüstriyel hayvancılığın ölçeği bunu imkânsız kılmaktadır. 

Endüstride Salgın riskleri

Endüstriyel hayvancılık, hayvanları kapalı ortamlarda tuttuğu için salgın risklerini kontrol altında tutmak açısından daha iyi bir sistem olduğunu iddia eder. Tüm biyogüvenlik önemlerinin harfiyen uygulanması ve insan hatasının yapılmaması halinde bu önerme doğrudur. Eğer fabrika içine zararlı bir bakteri hiç girmez ise veya giren bakteri dışarı tekrar hiç çıkamaz ise sorun yoktur. Öte yandan bu “kusursuz planda” ciddi riskler mevcuttur. Endüstriyel çiftliklerde hayvanlar tamamen kapalı alanlarda yetiştirilse de neticede çalışanlar kaçınılmaz olarak hayvanlarla temas eder. Bu temasları sonucunda bir bakterinin bir hayvana bulaşması sonrasında çiftlik içindeki tüm hayvanlar risk altına girer. Buradaki hayvan sayıları tavuklar ve hindiler için yüzbinlerle ifade edilebilir. Bu hayvanlar oldukça düşük refah şartlarına sahip oldukları için bağışıklıkları düşüktür ve hasta olmaya meyillidirler. Buna binaen çok sayıda hayvanın varlığı mutasyon risklerini arttırır. Hayvanlar arasında yayılan bakterinin veya virüsün tekrar bir çalışan vasıtasıyla çiftlik dışına çıkartılması da olasılık dâhilindedir. Başta kuş gribi olmak üzere pek çok salgında endüstriyel çiftliklerde büyük vaka sayıları tespit edilmiş ve bir sürü hayvan itlaf edilmiştir. Bu aşamada da bir hata yapılsaydı salgınların daha da yayılması olası dâhilinde idi.

Endüstriyel olmayan çiftliklerde ise hayvanlar dışarıda olmalarına rağmen, refahları yüksek olduğu için (mesela güneş görebilmek gibi!), bağışıklık sistemleri çok daha güçlüdür ve sayıları astronomik olmadığı için hızlı yayılım ve mutasyon ihtimali çok daha düşüktür.


Endüstriyel Beslenme

Bu başlıkta herhangi bir hayvansal gıdanın en ufak miktarının dahi insan sağlığa ciddi zararlarının olduğunu iddia etmeyeceğiz. Bunun yerine, endüstriyel hayvansal gıdaların yüksek miktarlarda tüketilmesinin kamu sağlığı açısından ciddi bir sorun teşkil ettiğini iddia edeceğiz ki zaten günümüzde toplumun beslenmesindeki esas durum ve temel sorun budur.

Önceki yazılarda ifade ettiğimiz üzere, endüstriyel hayvancılıkta astronomik sayılarda hayvan oldukça suni koşullarda yetiştirilir ve yemle beslenir. Bu sistem insanların kendi rızaları ve istekleri ile oluşturduğu bir düzen değildir. Oldukça büyük pazarlama bütçeleri olan gıda şirketleri toplumun nasıl beslenmesi gerektiği, neyin lezzetli ve sağlıklı olduğu konusunda toplumu yönlendirmekte büyük bir güç sahibidir. Bunun neticesinde de tam da bu şirketlerin menfaatine olacak şekilde, her öğünde, mümkün olduğunca çok hayvansal gıda tüketmenin lezzetli, keyifli, sağlıklı ve prestijli bir şey olduğu topluma empoze edilmiştir.

Diğer taraftan endüstriyel gıdalar, suni üretim biçimleri nedeniyle besin değerleri açısından farklılıklar taşır. İlk başta, endüstriyel hayvansal gıdalardaki yağ oranı sanıldığından çok daha fazladır. Örneğin düşük yağlı, “sağlıklı” bir seçenek olarak pazarlanmış olan tavuk etinin günümüzdeki hali doğal tavuğa kıyasla çok daha yağlıdır. İkinci olarak, endüstriyel hayvancılığın sunduğu gıdaların niteliği farklılaşmıştır. Doğal şartlarda hayvanlar ot yedikleri için omega3 yağ asitlerinin oranları yüksektir, omega6 oranı düşüktür. Endüstriyel hayvancılıkta ise hayvanlar ot yerine büyük oranda mısır yediği için omega3 oranı düşük, omega6 oranı yüksektir. Omega6 yağ asitlerinin yüksek, omega3 yağ asitlerinin düşük olması kalp ve damar hastalıkları ve kanser tipleri açısından risk teşkil eder. Bir diğer sorun, hayvansal gıdaların suni bir şekilde işlenmesinden kaynaklanır. İşlenmiş hayvansal gıdaların üretim sürecinde bu gıdaların raf ömrünü uzatmak ve lezzetini arttırmak için sağlığa zararlı kimyasallar eklenir. Tüm bu zararlı unsurlar, başta fast-food zincirleri gibi pazarlama konusunda oldukça tecrübeli şirketler tarafından kitlesel olarak tüketicilere sunulur. Hayvansal gıdalar genellikle yine “lezzetli” ve bir nevi bağımlılık yapan işlenmiş tahıllar ve şekerli içeceklerle eşleştirilir ve bu menülerle pazarlanır. Örneğin mısır gevreği ve süt, tavuklu sandviç ve kola, köfte ve patates kızartması gibi. Bu sayede tüm bu endüstriyel gıdalar kitlesel olarak tüketilmiş olur ve obezite, kalp-damar hastalıkları, diyabet ve kanser risklerini beraberinde getirir.

Endüstriyel hayvancılığa ilişkin bir diğer problem ise “bilinmeyenler”dir. İnsanlar tarihte hiçbir zaman ırkları azmanlaştırılmış, GDO’lu soya ile beslenen ve güneş görmeyen hayvanların etini, sütünü, yumurtasını bu kadar fazla miktarda tüketmemiştir. Bunun insan sağlığına bilinen zararları bu zamana kadar tespit edilmiş olanlardır. Ancak bu gıdaların insan sağlığına olan olumsuz etkileri çok daha uzun vadeli ve bütünsel nitelikte de olabilir. Bu nedenle bu zamana kadar bu gıdaların insan sağlığına olumsuz etkileri izole edilip gösterilememiş olabilir. Bu durum, bu gıdaların insan sağlığına sadece bilinen şekillerde zarar verdiğini ve başka hiçbir zararının olmadığını, olamayacağı manasına gelmez. Örneğin sağlık otoriteleri uzun süre suni bir bitkisel gıda olan margarinin sağlığa zararlı olduğunu uzun süre tespit edememiş, hatta bu gıdayı sağlıklı bir ürün olarak övmüşlerdir. Ancak daha sonra margarinin kalp ve damar sağlığına oldukça zararlı olduğu ortaya çıkmıştır. Aynı durum, belki bundan birkaç sene sonra, soya ile beslenen azman ineklerin sütleri, yılda 300 kez yumurtlayan tavukların yumurtaları, hormonlarla cinsiyetleri değiştirilen ve kısırlaştırılan kültür balıkları için de gerçekleşebilir. Zaten geçtiğimiz elli yıla baktığımızda kamu sağlığı açısından oldukça olumsuz bir tablo söz konusudur. Git gide artan obezite, kalp ve damar hastalıkları, diyabet ve kanser oranları, tam da endüstriyel hayvancılığın gıda sistemindeki artan oranı ile paralel ilerlemiştir.

Görüldüğü üzere endüstriyel hayvancılık sadece hayvanlara eziyet etmiyor, aynı zamanda kamu sağlığı açısından da büyük bir sorun teşkil ediyor. Doğaya bu kadar fazla müdahale ettikten sonra bizim için her şeyin harika olacağını beklemek zaten saflık olurdu.

Previous
Previous

Tavukların Şaşırtıcı Zekası

Next
Next

Kafessiz Türkiye’nin 2022’si