Kafeslerdeki Hayvanların Eziyeti ve Kentlerdeki İnsanların Yoksulluğu

Yazar Dr. Engin Arıkan

Endüstriyel hayvancılığa karşı kampanyalarımız genel olarak kamuoyundan büyük destek alıyor. Ama bazı destekçilerimiz kimi zaman bu kampanyaların neticesinde yoksul insanların nasıl etkileneceği konusunda bazı endişelerini ifade ediyor: Eğer endüstriyel hayvancılık olmaz ise yoksul insanlar nasıl ucuza yumurta veya başka gıdalar alabilecek?

Bu yazıda endüstriyel hayvancılığın insanların yoksulluğunu çözmektense, bunu arttırdığını iddia edeceğim. İlk olarak, kampanyalarımızın neredeyse tamamının hiçbir şekilde yoksul insanlara doğrudan bir zarar vermediğini göstereceğim. İkinci olarak, endüstriyel hayvancılığın kırsal yoksulluğu ve şehre göçü nasıl arttırdığını anlatacağım. Üçüncü ve son olarak da, endüstriyel hayvancılığın ülkemizi nasıl dışarıya bağımlı ve döviz hareketlerine karşı kırılgan hale getirdiğini açıklayacağım.

Kampanyaların doğrudan etkileyeceği kesimler

Bu zamana kadar Kafessiz Türkiye olarak aktif kampanya yaptığımız markaların listesi şöyle: Migros, Macrocenter, Divan, Tat Gıda, Starbucks, Özsüt, Barut Otelleri, Anemon Otelleri, Crystal Otelleri, Kaya Otelleri.

Bu şirketlerin kafes sistemi yerine kafessiz sistemden yumurta tedarik etmelerinin etkisi yoksul insanlar üstünde doğrudan hiçbir etki yaratmaz çünkü yoksul insanlar bu şirketlerin tipik müşterisi değildir. Kafessiz sisteme geçiş neticesinde bir miktar fiyat artışı olduğu doğru ve bunun bir kısmının tüketiciler tarafından karşılanması gerektiği de doğru. Ama Macrocenter’dan alışveriş yapan bir kişi veya beş yıldızlı bir otelde tatil yapan biri veya bir dilim keke 25 lira veren bir kişi sizce de hayvanlar için 10 kuruş daha fazla veremez mi? Vermesi gerekmez mi? Bu insanlar gerçekten üzülüyor mu veya biz onlar için üzülmeli miyiz?

Kafessiz Türkiye, doğal olarak ilk önce üst ve orta sınıf müşteri kitlesine sahip markaların bu reformları gerçekleştirmesini talep ediyor. Dolayısıyla burada yoksul kesimlere yönelik bir etki söz konusu değil.

Bu endişe olsa olsa, Kafessiz Türkiye’nin en son kampanya tercihleri olacak olan ucuzluk marketlerinde geçerli olabilir ki bunların kafes yumurtası satması dahi esasında yoksul kesimler için uzun vadede faydalı değil. Bunu da bir sonraki başlıkta açıklayacağım.

Endüstriyel hayvancılık ve köylüler arasındaki haksız rekabet

Hayvancılık denince insanın aklında köy resimleri gelir: koyunları, danaları otlatan çobanlar veya ahırdaki, kümesteki ineklere, tavuklara bakan köylüler. Hayvancılık daha çok nerede yapılıyor diye sorusuna da coğrafya derslerimizi anımsayarak Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu cevabını vermemiz doğaldır.

Ancak artık durum hiç de öyle değil. Hayvancılığın endüstriyelleşmesi ile birlikte günümüzde bir kümeste yüzbinlerce tavuk, bir ahırda ise yüzlerce inek yetiştirilebiliyor. Bu sistemlerde ırkları azmanlaştırılmış hayvanlar kullanılır ve hayvanların hareketi kısıtlanır. Böylece daha az yem ve işçilik maliyeti olduğu için “verimlilik” sağlanır. Bu sayede örneğin bir kafes sistemi yumurtası, doğal bir çiftlik yumurtasına göre çok daha ucuza üretilebilir. Aynı durum tavuk eti ve süt için de geçerlidir.

Endüstriyel hayvancılık oldukça büyük sermaye gerektiren bir faaliyettir. Köylüler geleneksel hayvancılık ile endüstriyel hayvancılık arasında bir seçim yapamaz zaten. Örneğin ortalama bir kafes yumurtası tesisi için yaklaşık 4-5 milyon liralık bir sermaye gerekir. Ancak bu sermaye bir kez yatırıma dönüştükten sonra işletme sahibi daha az birim maliyetle daha ucuza hayvansal gıda üretebilir.

Endüstri reklamlar ile algıyı kontrol ediyor

Esasında bir ürünün ucuz olması onun hemen piyasayı ele geçirmesi sonucunu doğurmaz. Veya bir ürünün görece pahalı olması da, tüketiciler tarafından hemen gözden çıkartılmasını gerektirmez. Ancak endüstriyel hayvancılıktaki bir diğer mesele, şirketlerin tüketici tercihlerini manipüle etmesidir. Hiçbir hayvansal gıda şirketi pazarlama faaliyetlerinde veya ambalajlarında tesislerindeki şartları saydam bir şekilde sunmaz, açıklamaz. Normal şartlarda hiçbirimiz hayvanların cehennem şartlarında yetiştirilmesini istemeyiz. Örneğin KONDA Araştırma ve Danışmanlığın Türkiye genelinde yaptığı araştırmaya göre halkın ağırlıklı çoğunluğu hayvanların endüstriyel koşullarda yetiştirilmesine karşıdır ve alışverişinde de bunu tercih etmeyeceğini ifade etmektedir. Buradaki sorun, şirketlerin insanları kandırmasıdır. Gıda şirketleri yayınladıkları reklamlarda ve diğer pazarlama faaliyetlerinde yetiştirdikleri hayvanların oldukça mutlu olduğu bir resim çizmektedir. Bu gıdaları kullanan kafeler, restoranlar, oteller ve imalatçılar da aynı manipülasyona ortak olarak bu hayvansal gıdaların kaynağına ilişkin gerçekleri saklamaktadırlar. Bir süpermarketteki veya bir restorandaki televizyonlarda hayvanların “gerçek” yetiştirme şartlarının yayınlandığını düşünün. İnsanlar farklı alternatifleri olması durumda aynı tüketim kararlarını almaya devam eder miydi? Şirketler bu sorunun cevabının kesin bir “hayır” olduğunu bildiklerinden dolayı bu manipülasyonu muhafaza etmek için çok büyük bütçeli reklam ve pazarlama faaliyetleri gerçekleştirmektedir.

Endüstri dizginlenmez ise küçük üreticinin şansı yok

Çiftçiler bu büyük sermaye gücüne karşı ne yapabilir? Eğer endüstriyel hayvancılık dizginlenmez ise pek bir şey yapamazlar. Tam da bu sebepten dolayı ülkemizde geleneksel hayvancılık git gide küçülmüştür. Türkiye İstatistik Kurumu verilerinden bu dönüşüm oldukça kolay bir şekilde görülebilir. Son yirmi yılda yetiştirilen endüstriyel tavuk ve inek sayısı astronomik olarak artarken, bu rekabette yeteri kadar kârlı olmadığı için yerli sığırların ve Anadolu coğrafyasının tipik hayvanı olan koyunun sayısı azalmıştır. Son yıllarda verilen destekler sayesinde koyun sayısı bir miktar artsa da endüstriyel hayvancılığın piyasa hâkimiyeti devam etmektedir.

Artık Türkiye’deki hayvancılık merkezleri Kars, Sivas, Diyarbakır, Erzurum değildir. Bunların yerini İzmir, Konya, Balıkesir, Manisa, Afyon almıştır. Ve bu yeni merkezlerde de hayvancılığı bağımsız köylüler veya çiftçiler yapmamaktadır. Büyük şirketler çok daha az sayıda “işçi” istihdam etmektedir.

Endüstriyel hayvancılık sözde ucuz gıda üretiyor. Ancak bu ucuzluğu sağlayan şey aslında maliyetin eziyet çeken hayvanlara ve zarar gören doğaya yüklenmesi. Kaldı ki bu sözde ucuzluk toplumun geneline de yaramıyor. Yüzbinlerce insan normal şartlarda çiftçilikten ve geleneksel hayvancılıktan elde edebileceği yaşam gelirini endüstriyel hayvancılık sebebiyle kaybetti çünkü artık tüketimi yöneten büyük marketler ve büyük restoran zincirleri ürünlerini ucuz endüstriyel şirketlerden temin etmeyi tercih ettiler. İnsanlar da kaçınılmaz olarak yoksullaştılar (yani iddia edilenin aksine alım güçleri artmadı ve zenginleşmediler!) ve önemli bir kısmı da kentlere göç etmek zorunda kaldı. İnsanların yoksulluktan göç ettiği bu kentlerde onlara hemen iş verildi mi? Endüstriyel hayvancılık yok ettiği yaşam kaynaklarının yerine aynı sayıda istihdam yarattı mı? Hayır.

Dolayısıyla endüstriyel hayvansal gıdaların ucuzluğu yoksullar açısından olsa olsa bir teselli armağanı olabilir. Topraklarından, yaşamlarından kopup kente gelip işsizlikle boğuşan insanlara üç kuruş daha ucuz yumurta sunmak yoksulluğun çözümü değil. Yoksulluğun çözülmesi için hem kırsalda hem de kentte toplumsal kalkınmanın sağlanması gerekir. Endüstriyel hayvancılığın sahibi ufak bir sermaye grubunun hayvanları sömürmesi sayesinde yoksulluğun ortadan kalkacağını beklemek pek gerçekçi değil. Endüstriyel hayvancılığın yoksulun faydasına olduğu iddiası, bu sistemden kar elde edenlerin yaptıklarını meşru göstermek için kullandıkları bir kılıftan başka bir şey değildir. 

Endüstriyel hayvancılık ve dışa bağımlılık

Endüstriyel hayvansal ürünler gerçekten ucuz mu? Son zamanlarda alış veriş yaparken fiyatlara baktıysanız aslında fiyatların hiç de az olmadığını fark etmemişsinizdir. Neden böyle? Çünkü ülkemizdeki döviz kuru artışı, hayvansal ürünlerin fiyatına doğrudan yansıyor. Peki neden dövizin artışı, ülkemizdeki hayvansal ürünlerin fiyatını arttırıyor? Hayvanlar burada ise nasıl yabancı paraların değerinin yükselmesi buradaki maliyetleri arttırabilir?

Bu soruların pek çok cevabı var. İlk olarak, endüstriyel hayvancılıkta yetiştirilen hayvanlar yurt dışından ithal edilmektedir. Damızlık ve anaç olarak kullanılan hayvanların tamamı yurtdışından satın alınır. Bunun sebebi azmanlaştırılmış ırkların daha “verimli” olmasıdır. Bu ırklar suni olarak daha hızlı büyür ve daha yüksek randımanda ürün sağlar. Yumurtacı tavukların, etçi tavukların, süt ineklerinin, et sığırlarının tedariki hep yurtdışı kaynaklıdır.

İkinci olarak, bu azmanlaştırılmış ırkların büyümek için ihtiyaç duyduğu yemler ithaldir. Endüstriyel hayvancılıkta hayvanlar otla beslenmez veya doğada kendi besinlerini bulmaları için serbest bırakılmazlar. Bu nedenle hayvanların beslenmesi tamamen yeme endekslidir ve dolayısıyla en büyük gider kalemi yemdir. Yemin bir kısmını ifade eden mısır ülkemizde yetiştiriliyor olsa da, proteinin esas kaynağı olan soyanın neredeyse tamamı ithal edilmektedir. Türkiye Yem Sanayicileri Birliği’nin verilerine göre 2019 yılında 13 milyon tondan fazla yem hammaddesi ithal edilmiş ve bunun için 4 milyar 818 milyon dolar ödenmiştir. Türkiye’nin toplam tarım ürünleri ithalatının üçte birini endüstriyel hayvancılığın ihtiyaç duyduğu yemler oluşturmaktadır.

Son olarak, endüstriyel hayvancılıkta hayvanların ihtiyaç duyduğu ilaçlar ithaldir. Normal şartlarda hayvanlar kendi bağışıklık sistemleri ile sağlıklı kalabilirler. Ancak endüstriyel hayvancılıktaki suni şartlardan dolayı hayvanlar her zaman yüksek stres altındadır. Bunun bağışıklığı ve büyüme hızını baskılamasını engellemek için gerektiğinde antibiyotikler kullanılır. Antibiyotikler sayesinde hayvanların sağlıkları ve büyüme hızları yine suni bir şekilde muhafaza edilir.

Bu dışa bağımlılıktan dolayı döviz kurundaki hareketlilik doğrudan gıda fiyatlarını etkilemektedir. Son dönemde et, süt ve yumurtanın fiyatı ciddi miktarda artmıştır. Bunun nedeni endüstriyel hayvancılığın temel girdilerinin dolar kuruna endeksli olmasıdır. Dolar arttıkça kullanılan hayvanların, yemlerin ve ilaçların fiyatı da Türk Lirası cinsinden otomatik olarak artar ve bu doğrudan tüketiciye yansıtılır.

Bu durum döviz krizlerinin sık yaşandığı ülkemizde müthiş bir kırılganlık yaratmaktadır. Endüstriyel hayvancılığa dayalı bir beslenme sisteminde her döviz artışında insanların alım düşü ciddi biçimde düşer.

Dahası, bu sistemin maliyetleri yükseldiği ve karlı olmamaya başladığı anda yapılan onca yatırım boşa gitmiş olur. Endüstriyel hayvancılık kendi kendine yeterli olmadığı için maliyetlerin artması halinde hemen finansal risk altına girer. Bugün ülkemizdeki pek çok endüstriyel hayvancılık şirketi krizdedir. Bir kısmı iflas etmiş, bir kısmı konkordato ilan etmiş, bir kısmı da yeniden yapılandırılma ümidi ile el değiştirmiştir. Bu senaryoların her birinde muazzam miktarda sermaye boşa gitmiş olur. Kimi hallerde ise bu yatırımların heba olmaması için kamu bankaları vasıtasıyla kredi sağlanır ki, bu da aslında vergi mükelleflerinin parasıyla kendi kendine yetemeyen büyük şirketlerin ayakta tutulması manasına gelir. 

Endüstriyel hayvancılık bol ve ucuz gıda iddiasındadır. Bu sayede kitlelerin daha çok gıdaya ulaşabileceği vaat edilmiştir. Ancak günümüzde bu vaadin gerçekleştiği söylenemez. Döviz kurunun artışı ile beraber, endüstrinin ürünleri oldukça pahalı hale gelmiştir. Birçok insanın yeterli ve kaliteli beslenmek için yeterli alım gücü yoktur. Şirketler de bu kırılgan denklemde her an zarar tehdidi altında faaliyet göstermekte ve kriz ağır geldiği zaman da yapılan onca yatırımla beraber batmaktadırlar.

Öte yandan endüstriyel hayvancılık, sermaye gücüne dayanarak ülkemizin çiftçilerini ve küçük üreticilerinin rekabet edememesine ve piyasadan silinmesine de sebep oluyor.

Hayvanlara işkence edilmesi yetmezmiş gibi neden ülkemizi daha da dışa bağımlı hale getiren bir sistemi muhafaza edelim? Neden gıda sistemimizi kendi kendine yeterli, yerli kaynaklara dayalı ve hayvanlara saygılı bir hale getirmeyelim? Endüstriyel hayvancılığın yarattığı bolluk algısı doğru değil; bu yapı suni bir büyüklük oluştursa da aslında dışa bağımlı, kırılgan bir sistem. 

Sonuç


Endüstriyel hayvancılığı sınırlayan, dizginleyen reformlar sadece hayvanların lehine değil, insanların ve yoksul insanların da lehinedir. Bugün pek çok bağımsız köylü ve çiftçi hala endüstriyel hayvancılığa karşı rekabet etmeye çalışıyor. Bunların sadece tekil tüketiciler tarafından desteklenmesi veya şirin küçük kooperatifler kurmaları yeterli değil. Onların asıl ihtiyaç duyduğu şey, endüstriyel hayvancılığın fiyatlarını suni bir şekilde aşağıya çekmesinin önlenmesi ve halkın bu konuda kitlesel olarak bilinçlenmesi. Dolayısıyla endüstriyel hayvancılığa karşı yapılan kampanyalar hayvanların lehine, insanların aleyhine değildir. Tam tersine, endüstriyel hayvancılığın kısıtlanması hem hayvanlar hem de insanlar (özellikle de yoksul insanlar) için iyidir. ​

Son olarak, endüstriyel hayvancılığın en azından bazı kentli yoksullar için geçici olarak ucuz ürünler sağladığını kabul etsek bile, yoksulluğun nihai çözümü gerçekten hayvanlara işkence etmek ve onları kafeslerde tutarak üç kuruş daha ucuza yumurtalarını almak mıdır? Yoksul insanların refahını yükseltmek için sayısız sosyal destek enstrümanı kullanılabilir ve reformlar gerçekleştirilebilir. Bunlar yapılmaksızın, yoksulluğun sebebini hayvanların yeterince sömürülmemesinde görmek ve yoksulluğun çözümünü de hayvanları mümkün olduğunca fena şartlarda yetiştirmekte aramak absürt bir yaklaşım. Hem hayvanlar hem de insanlar için çok daha iyisini yapabiliriz, yapmalıyız.  

Previous
Previous

Reklamlar ve Gerçekler - Şirketler Algımızı Nasıl Manipüle Ediyor

Next
Next

Bencil Altruizm: İyiliğin Mantığı