Reklamlar ve Gerçekler - Şirketler Algımızı Nasıl Manipüle Ediyor
Yazar: Dr. Engin Arıkan
Televizyondaki reklamlara bakarsak hayvanlar oldukça mutlu. Yeşil çimlerde koşuyorlar, insanlara sarılıyorlar, mensubu oldukları gıda firmasına minnet duyuyorlar. Ama ne tuhaftır ki bu reklamlar genellikle endüstriyel çiftliklerde gerçekleştirilen hakiki video çekimlerinden ziyade animasyon şeklinde oluyor.
İşin aslı, hayvanlar hiç de mutlu değil. Endüstriyel şartlarda hayvanlar eziyet içinde yaşıyor.
Ama insan doğal olarak bu acı tabloyu kabul etmek istemiyor. Hayvanların bunca eziyeti yaşamasını kim ister ki? Diğer taraftan bize sunulan pembe tabloya baktığımızda, hayvan eziyetine ilişkin bu iddiaların gerçekliğini ya inkâr ediyoruz ya da abartılı olduklarını düşünüyoruz, düşünmek istiyoruz.
Bu yazının konusu, endüstriyel hayvancılıkta yaşanan eziyete ilişkin olası şüpheler. Aşağıda endüstriyel hayvancılıkta eziyetin olmadığına veya en azından “abartıldığı” kadar olmadığına ilişkin aklımıza gelebilecek bazı sorgulamalara ve bunların cevaplarına bakacağız.
Neden şirketler durduk yere hayvanlara eziyet etsin ki?
Şirketler veya yöneticileri tabii ki hayvanlara sırf eziyet etmekiçin onların ırklarını azmanlaştırmaz, kafeslere koymaz veya acılı bir kesime göndermez. Ama eziyet sadece eziyet için yapılacak diye bir kural yok. Şirketler daha fazla kâr elde etmek için bu şeyleri yapıyor. Endüstriyel hayvancılık, hayvanlar için eziyetli olsa da, şirketler için kârlı.
Eğer hayvanlar endüstriyel koşullarda doğal hallerine kıyasla daha hızlı bir şekilde kesim ağırlığına ulaşırsa, daha yüksek bir randımanda yumurta veya süt verirse ve daha az enerji harcadıkları için yem maliyetleri düşerse, bu, şirketler için “iyi” haberdir. Çünkü bu durumda şirketler daha çok para kazanır, her ne kadar hayvanlar daha çok acı çekse dahi.
Şirketler hayvanlara iyi bakıyordur, çünkü hayvanlar mutlu olursa daha lezzetli ve sağlıklı olurlar.
Hayvanların daha iyi koşullarda yetiştirilmesi ile etlerinin lezzeti arasında bir ilişki olabilir. Ancak buradaki asıl mesele bu ilişkinin boyutudur. Eğer hayvanların kötü, yoğunlaştırılmış koşullarda yetiştirilmesinden elde edilen kâr, hayvanların iyi koşullarda yetiştirilmesi sonucu lezzetinin az bir miktar artışından kaynaklanan talepten dolayı elde edilen ek kârdan yüksek olduğu takdirde şirketin hayvanları daha iyi koşullarda yetiştirmek için bir sebebi kalmaz.
Şirketler bu sorunu telafi etmek için genellikle oldukça kolay ve etkili marketing kampanyaları ve reklamlar ile insanların zihninde ürünlerinin lezzetli olduğu algısını yaratır. Tüketiciler konu hakkında bilgilendirilmedikleri için satın aldıkları gıdanın etik ve sağlık boyutundan ziyade fiyatına göre alış verişlerini yapar. Şirketler de bunu bilir ve tercihlerini maliyetleri düşürmekten yana kullanır, hayvanlara merhamet etmekten yana değil.
“Ucuz olanlar öyle olabilir ama kaliteli markalar öyle değildir.”
Genellikle tavuk dönercilerde kullanılan tavukların kötü şartlarda yetiştirildiği kabul edilir ancak “kaliteli” markaların veya beş yıldızlı otellerin hayvanlara eziyet ettiği düşünülmez. Birkaç istisna dışında bu yanlış bir algıdır. Endüstriyel hayvancılık tek tip bir sistemdir. Kullanılan hayvanların ırkları, kullanılan ekipmanların boyutları, yemler, yetiştirme aşamaları, kesim sistemleri aynıdır. Bunlar yurt dışında da farklı değildir. Dolayısıyla çiftlikten çiftliğe veya firmadan firmaya hayvanların nasıl yetiştirildiğine ilişkin bir değişiklik olmaz.
Tavuk dönercideki dürüm ile beş yıldızlı bir oteldeki tavuklu salata arasındaki fark, hayvanın çektikleri değil, hayvanın “hangi vücut parçasının” servis edildiğindedir. Ucuz tavuk dönerciler genellikle tavuğun but bölgesini ve derisini kullanırken, daha “kaliteli” yerler tavuğun daha yumuşak ve düzgün dokulu göğüs bölgesini servis eder. Ama ucuz tavuk dönercide dürüme konulan tavuk eti ile kaliteli bir restoranda “kaliteli” tavuk firmalarının ürünleri ile hazırlanan salatanın üstündeki tavuk eti de aynı şartlarda yetiştirilen tavuklardan gelir.
Bu konuda bazı yasalar, denetimler vardır herhalde.
Endüstriyel hayvancılığa ilişkin ciddi yasalar ve denetimler vardır. Ancak bunlar gıda güvenliğine ilişkindir. Gıda güvenliği çok hassas bir konu olduğu için bu konuda önemli düzenlemeler ve denetimler gerçekleştirilmektedir. Hayvansal gıdaların toksinler, bakteriler ve antibiyotik kalıntıları açısından risk taşımaması için bu kurallar ve kontroller çok önemlidir. Bu süreçler ülkemizde kusursuz işlemez ancak yine de tüketime sunulan hayvansal gıdaların çoğunluğunun insan sağlığına kısa vadede ciddi zararlar verdiğini söyleyemeyiz. Gıda güvenliği açısından bir düzen var.
Öte yandan bir iki istisna dışında hayvanların eziyeti engelleyecek veya azaltacak kapsamlı kurallar ve bunlara ilişkin etkin denetimler yok. Mevzuatımızda hayvanların ırklarının azmanlaştırılmasını, kafeslere tıkılmasını, eziyet içinde kesilmelerini yasaklayan etkin kurallar yoktur. İşe yarayabilecek bir iki kuralın ihlaline karşı öngörülen yaptırımlar ise milyar liralık bir endüstri için kesinlikle caydırıcı değildir.
Bizden gerçekleri saklıyorlar mı?
Şirketlerin bazı şeyleri kamuoyundan saklaması veya çarpıtması şaşılacak bir şey değil. Gıda şirketleri, ürünlerinin insan sağlığına olumsuz etkilerini bile gizledi. Halen yüksek şekerli ve trans yağlı ürünler yaygın bir şekilde pazarlanıyor ve tüketiliyor. Çocuklar bile gözden çıkartılıyor. Bunu yapanlar mahalle büfeleri değil, koca koca şirketler.
Daha fazla kâr elde etmek için insan sağlığını dahi gözden çıkartan ve kamuoyundan gerçekleri saklayan şirketlerin hayvan eziyeti konusunda dürüst olmasını bekleyemeyiz.
Hayvanlar hakkında bilinçlenmek için şirketlerin reklamlarına değil, olgulara bakmalıyız. Bilinçlendikçe de şirketlerin sunduğu bu sahteliği kabul etmemeliyiz.